Avrupa’da 12 Otantik Balıkçı Kasabası: Yaşanmış Anılar 2025

Avrupa'nın 12 en otantik balıkçı kasabalarında yerel balıkçılarla denize açılın. Jaseph'in 2025'teki yaşanmış hikayeleri ve özel ipuçları bu rehberde!
Akdeniz’in o eşsiz mavisinde, bir balıkçı kasabasının sabah ayazında, erkenci balıkçıların telaşına ortak olmak… Ciğerlerine dolan taptaze iyot kokusu, avdan yeni dönmüş bir tekneden uzatılan, henüz deniz suyuyla ıslak bir olta ve o anın büyüsüne kendini bırakmak… Eğer alışıldık tekne gezintileri sana artık bir şey ifade etmiyorsa, "yerel" olanın ruhunu iliklerinde hissetmek istiyorsan, Akdeniz’in şirin kasabalarında, emektar balıkçıların rehberliğinde denize açılmak, hafızana kazınacak bir deneyim vaat ediyor.
Avrupa’nın kıyı şeritlerinde yıllardır bazen sandaletlerimle tozu dumana katarak, bazen de balıkçı çizmelerimi çekip sabahı selamlayarak öğrendiğim bir şey var: Akdeniz’in asıl ruhu, o mütevazı sandalların güvertesinde, denizle yoğrulmuş, içten balıkçı sohbetlerinde gizli.
Bu yazıda, hem bizzat yaşadığım maceralardan damıttığım hem de bölgeye dair en taze ve işe yarar bilgilerle harmanladığım, yerel balıkçılarla denize açılabileceğin o “gerçek” Akdeniz kasabalarını keşfedeceksin. Çünkü bilirsin, balıkçıların sohbeti derindir; anlattıkları her hikâye, tuttukları en büyük balıktan, azgın dalgalarla boğuştukları anlara, hatta bir zamanlar rastladıkları o devasa köpek balığına kadar, zihninde adeta bir film karesi gibi canlanır.
Avrupa'da geçen 13 seyahat yılımda sayısız anı biriktirdim. Şimdi sizlerle, bu zengin birikimin içinden özenle seçtiğim, en unutulmaz, en sürdürülebilir olduğuna inandığım ve hatta gelecek nesillere de aktarılmasını arzuladığım o kıymetli anları ve rotaları paylaşıyorum. O küçük balıkçı teknesinde geçireceğin birkaç saat, belki de tüm seyahat hayatının en özgün anılarından birine dönüşecek. Başlangıçta oltana balık takılmayınca biraz sabrın zorlanabilir; ama sonra her bir çekişte hissedeceğin o tatlı heyecan ve günün sonunda, belki de kendi tuttuğun balıklarla donatılmış bir sofra... İşte o günün en paha biçilmez ödülü bu olacak.
İşte sana özel, 2025 için hazırladığım en otantik rota önerilerim ve sadece yerel halkın bildiği "insider" ipuçları!
İspanya'da Yerel Balıkçılarla Denize Açılma Durakları
İspanya kıyıları, birbirinden güzel sayısız balıkçı kasabası ve köyüyle dolu; bu yüzden İber Yarımadası'nın bendeki yeri her zaman özeldir. Bu yazıda ise sizlere, her biri farklı ve unutulmaz deneyimler yaşatan, hatıralarımda capcanlı duran iki özel kasabadan bahsedeceğim.
1. Cadaqués, Costa Brava: Dalí'nin İlham Perisiyle Balığa Çıkmak

Cadaqués, Costa Brava
Cadaqués'e adımını attığında seni ilk çarpan şey, o meşhur "bembeyaz evlerin" güneşle dans eden ışıltısı olmuyor. Aksine, sabah limanında genzine dolan keskin tuzlu balık kokusu ve uzaklardan usulca yaklaşan bir tekne motorunun sesi oluyor. Salvador Dalí'nin neden bu topraklarda ilham bulduğunu o an daha iyi anlıyorsun: Manzarada tarif etmesi güç, büyülü bir "delilik" var, ama insana kendini iyi hissettiren türden!
Bir akşamüstü, Cadaqués'in labirent gibi taş sokaklarında kaybolduktan sonra sahile inmiştim. Gözüme, küçük teknesinden yeni inmiş, ağlarını toplamaya çalışan yaşlıca bir balıkçı takıldı. Bir Akdeniz çocuğu olarak, o tanıdık telaşı ve ustalığı ilgiyle izlemeye koyuldum. Kıt İspanyolcamla aramızda sıcak bir sohbet filizlendi. Ağındaki yırtıkları onarmasına yardım ederken buldum kendimi; bilirsin, Akdeniz insanının kanı birbirine tez kaynar. Bu samimi yardımın sonunda, ertesi sabah için beni kendisiyle balığa çıkmaya davet etti. Böyle bir macera teklifini geri çevirmek ne mümkün!
Daha horozlar ötmeden, gün ağarmadan yola koyulup "pescadors"la –yani yerel balıkçılarla– Cap de Creus açıklarına doğru yol aldık. O, bir gece önceden serdiği ağları toplarken benim elime de bir olta tutuşturdu. Birkaç ufaklık yakalamanın keyfini yaşadım. Öğleye doğru ise o anın belki de en güzel sürpriziyle karşılaştık: Teknedeki minik gaz ocağında taptaze pişirdiğimiz o balıkları afiyetle yedik. O lezzet, o anın sadeliği ve huzuru... İnanın, hâlâ damağımda ve ruhumda canlılığını koruyor.
Burada yerel halk genellikle levrek ve çipura peşinde, ama asıl mesele balığın türünden ziyade o deneyimin kendisi. Sabahın alacakaranlığında bir balıkçı teknesine atlayıp, güneşin ilk ışıklarıyla birlikte dalgaların ninnisine kendini bırakmak… İşte o an, başka hiçbir yerde tadamayacağın, ruhunu okşayan eşsiz bir huzurla sarmalanırsın.
2. Calella de Palafrugell, Costa Brava: Şarkıların ve Sakinliğin Kucaklaştığı Liman
Burası, o meşhur kartpostallara bakıp da insanın "Acaba Photoshop mu?" diye düşündüğü büyülü köşelerden biri. Llaüt adı verilen o geleneksel ahşap tekneler, kristal suların üzerinde adeta bir melodiyle salınır durur. Sabahları bu teknelerin uysal gölgesinde, altın sarısı kumsalda oturup dalgaların fısıltısını dinlemek, ruhu dinlendiren bir terapi seansı gibi.
Hele bir de Temmuz ayında düzenlenen “Cantada d’Havaneres” festivaline denk gelirseniz! Akşam olduğunda tüm kasaba halkı ve ziyaretçiler sahile akın eder; ellerde yöresel içecekler, dillerde okyanus ötesinden gelmiş eski balıkçı şarkıları... Gecenin sonunda, gözlerini kapadığında bile o büyülü nağmeler kulaklarında çınlamaya devam eder. Bu deneyim, Calella'nın ruhunu derinden hissetmek için eşsiz bir fırsat.
Elbette, civar koylarda balıkçılarla birlikte denize açılıp şansını deneyebileceğin küçük turlar da düzenleniyor. Ancak dikkat! Bazı bölgelerde balık tutmak koruma nedeniyle yasak olabilir. Bu konuda en güncel bilgiyi limandaki bilgilendirme tabelalarından kontrol etmeyi sakın unutma.
Eğer sabahın erken saatlerinde uyanmayı göze alırsan, yerel ustalardan meşhur “suquet de peix” (geleneksel Katalan balık güveci) yapımının inceliklerini kapma şansın bile olabilir. Akşamları ise kendini, günü denizde geçirmiş balıkçıların ve yerel halkın buluşma noktası olan o samimi balıkçı barlarının neşeli atmosferine bırakabilirsin.
Kişisel olarak benim için Calella de Palafrugell'de oltayla bir şeyler yakalamaktan ziyade, o tecrübeli balıkçılarla iki lafın belini kırmak, onların denizle yoğrulmuş hikayelerini dinlemek ve hep birlikte muhteşem bir gün batımına tanıklık etmek çok daha paha biçilmez.
“Buralarda sabahın sesi denizin ta kendisidir. Güne güneşle değil, dalgaların o huzur veren hışırtısıyla uyanırsın.”
İtalya’da “Balıkçılığın Kitabını Yazmış” Kasabalar
İtalya deyince çoğumuzun zihninde hemen beliriveren o klasik makarna ve pizza karelerinin ötesinde, benim kalbimi asıl fetheden bambaşka bir İtalya var: Sabahın o tatlı mahmurluğuyla limana usulca yanaşan emektar teknelerin, balıkçıların yüzünden eksik olmayan içten kahkahaların ve denizin tuzlu kokusuna karışan eşsiz hikâyelerin İtalya’sı… İşte, bu ruhu iliklerinize kadar hissedebileceğiniz, benim için unutulmazlar arasına giren iki İtalyan balıkçı kasabası:
3. Manarola, Cinque Terre: UNESCO Mirası Bir Tuvalde Balıkçı Sabahı
İtiraf etmeliyim ki, Manarola’da bir sabaha uyanmanın hissettirdiği duygu gerçekten tarifsiz! UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yerini almış bu rengârenk kasabanın, her gün Akdeniz’in iyotlu rüzgârlarıyla tazelenen bir ruhu var. Limanda salınan geleneksel “gozzi” tekneleriyle denize açılmak, ilk bakışta sıradan bir turist aktivitesi gibi görünebilir, ama…
Durun, size bir anımı anlatayım: Bir keresinde, ağlarını onaran yaşlı bir balıkçının yanına sokulup tüm cesaretimi toplayarak, “Acaba ben de sizinle gelebilir miyim?” diye sormuştum. Önce beni şöyle bir yukarıdan aşağıya süzdü, yüzünde muzip bir gülümsemeyle “Gel bakalım haylaz!” dercesine başıyla işaret edip, “Hadi atla!” demişti. O an içimde bir çocuğun saf sevinciyle dolup taştığımı tarif edemem. İşte o “gerçek” deneyim, tam da böyle beklenmedik anlarda başlıyor!
Bu kıyılarda, özellikle ançüez ve sardalya bereketi hâlâ devam ediyor. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte balıkçıların ağlarını denize bırakışını veya toplarkenki o ritmik hareketlerini izlemek, insana adeta “İşte hayat bu kadar yalın ve güzel olabilir,” dedirtiyor.
Manarola’ya gelmişken, elinize bir şişe yerel Sciacchetrà şarabını alıp kıyıdaki kayalıklara kurulmadan; o emektar balıkçıların nesilden nesile aktarılan eski aşklarını, komik maceralarını ve her daim dillerinde olan o bitmez tükenmez deniz masallarını dinlemeden sakın dönmeyin.
Eğer kayalık kıyılarda olta balıkçılığına meraklıysanız, oltanızı atmadan önce limandaki yetkililere "Özel bir izin gerekiyor mu?" diye danışmanızda fayda var. Unutmayın, Akdeniz’de kurallar bazen rüzgâr gibi aniden değişebilir!
Küçük bir tüyo: Kasabanın tepesindeki o meşhur manzaraya karşı, elinizde mis gibi yöresel lezzetlerle dolu bir sandviç ve yüzünüzde günün tatlı yorgunluğunu taşıyan bir gülümsemeyle güneşi batırmak… İşte bu, Manarola deneyimini taçlandıran o anlardan biri.
4. Cefalù, Sicilya: Tarihin Kucağında Bir Balıkçı Rüyası

Cefalù, Sicilya
Cefalù, Sicilya’nın kalbinde, sadece şirin bir balıkçı kasabası olmanın çok ötesinde bir yer. O heybetli Norman Katedrali’nin gölgesinde uzanan tarihi dokusuyla, attığınız her adımda size “Geçmişin fısıltılarını dinle,” der gibi.
Sicilya’nın yüzlerce yıllık geleneği olan “lampara” ile gece balıkçılığı, burada hâlâ ilk günkü heyecanıyla yaşatılıyor. Bir gece, yıldızların altında salınan bir teknede, denizin ve balıkçıların o derin sessizliğine ortak olmak… İnanın bana, bu deneyim, hiçbir organize turda bulamayacağınız kadar saf ve “gerçek” bir his sunuyor.
Meşhur kılıç balığı avı genellikle daha tecrübeli ve profesyonel balıkçılara bırakılsa da, şans bazen beklenmedik kapılar açabiliyor. Limanda ayaküstü sohbet ettiğim dünya tatlısı bir aile, beni küçücük, mütevazı teknelerine davet etmiş; elime bir olta tutuşturup, “Hadi bakalım, kısmetini ara!” demişlerdi. (Oltam elimde, zifiri karanlıkta denize karşı kurduğum hayallerle dolu o gece, hafızama kazınan en özel anılarımdan biridir!)
Sabah erkenden kurulan yerel pazarda, balıkçıların kasalarından taşıp tezgâhlara yayılan, Ege’nin bereketiyle parlayan taptaze balıklar arasından kendi akşam yemeğinizi seçmek… İşte Cefalù’nun yaşayan, nefes alan ruhu tam da burada gizli!
Bonus ipucu: Denize nazır bir kafede, elinizde dumanı tüten bir espressoyla otururken, limana dönen balıkçıların yüzündeki yorgun ama mutlu ifadeyi görmek ve o akşam anlatılacak yepyeni bir deniz hikâyesinin daha biriktiğine şahit olmak… Paha biçilemez!
“İtalya’da balıkçılık sadece bir geçim kapısı değil; bazen köklerine, geçmişine sahip çıkma biçimi, bazen de uçsuz bucaksız denizin o kadim dilini anlama ve ona saygı duyma meselesi…”
Denizle bu kadar iç içe, bu kadar baş başa kalınca, insan ister istemez kendi iç dünyasına da bir yolculuğa çıkıyor. İşte bu yüzden, size önerdiğim bu kasabaları sadece bir “balık tutma aktivitesi” olarak değil, aynı zamanda ruhunuzu dinleyebileceğiniz, kendinizle yeniden bağ kurabileceğiniz sığınaklar olarak da düşünün.
Ege'nin Tuzlu Öyküleri: Yunanistan'da Balıkçı Rotalarım
Yunanistan denince akla ilk gelenlerden biri de o eşsiz deniz kültürü ve misafirperver insanlarıdır. Nafplio ve Symi, benim için bu tür otantik deneyimler arayanların mutlaka uğraması gereken, hafızama kazınmış iki liman. Amacınız sadece birkaç balık yakalamak olmasın; hayal edin, kendi tuttuğunuz balıklar, akşam o meşhur Yunan tavernalarından birinde, taptaze mezeler ve bir kadeh uzo eşliğinde masanıza geliyor… İşte bu, kelimelerle anlatması zor, muhteşem bir his! Tabii, bir de oltanın ucundaki o tatlı bekleyişin ve balığın vuruşunun yarattığı o saf heyecanı var ki, onu ancak yaşayarak anlayabilirsiniz.
5. Nafplio, Peloponez: Beden Dilinin Kucakladığı Bereket
Nafplio'da dil konusunu başta biraz dert etmiştim; ne ben Yunanca biliyordum ne de beni o gün misafir eden sevimli kaptanımız İngilizce. Ama Akdeniz'de gönüller bir olunca, kelimeler gereksiz kalır ya hani? Beden dilimizle öyle güzel anlaştık ki, günün sonunda yüzümüzde kocaman bir gülümseme ve akşam soframızı şenlendirecek dört tane yakışıklı çipurayla limana döndük. Bu, dil bariyerlerinin aslında ne kadar kolay aşılabileceğinin en güzel kanıtıydı benim için.
Tarihi Palamidi Kalesi'nin heybetli gölgesinde, Argolikos Körfezi’nin sakin sularında geleneksel “kaiki” teknelerinden biriyle denize açılmak, Akdeniz’in binlerce yıllık balıkçılık ritüellerine bir saygı duruşu gibi.
Benim o seyahatimde fırsatım olmasa da, size özellikle tavsiye ederim: Yerel balıkçılardan ahtapot avlamanın inceliklerini öğrenmeye çalışın. Özellikle sabah erken saatlerde limanda, ağlarını onaran veya kahvesini yudumlayan yaşlı balıkçılarla ayaküstü bir sohbet, o meşhur “siga siga” (yavaş yavaş) Ege yaşam felsefesinin ta kendisi.
Ve tabii ki, günün sonunda kendi emeğinizle yakaladığınız balıkları, hemen deniz kenarındaki o otantik tavernalardan birine götürüp, usta ellerde muhteşem mezelere dönüşmesini izlemek ve o lezzeti tatmak… İşte bu, Nafplio deneyiminin zirve noktası.
6. Symi, Oniki Adalar: Sünger Avcılarının İzinde, Pastel Bir Rüya
Symi'ye yolunuz düşerse, adanın o meşhur sünger avı turlarından birine mutlaka katılın; denizin derinliklerindeki bu zorlu ama bir o kadar da büyüleyici mirasa tanıklık etmek, gerçekten çok özel bir deneyim olacak.
Amfitiyatro misali tepelere doğru tırmanan pastel renkli evleriyle Gialos Limanı, adeta bir tablo gibi. Symi, sadece bu görsel şöleniyle değil, köklü sünger avcılığı geçmişiyle de denizcilik tarihinde önemli bir yere sahip.
Burada yerel balıkçıların kullandığı geleneksel teknelerle (Belki burada "Simbrika" diye hatırladığın özel bir tekne tipi varsa ve teyit edebilirsen onu kullanabiliriz, genel bir araştırma bu ismi özel bir tekne tipi olarak yaygın şekilde göstermedi) derin sulara açılıp, onlardan el yapımı yemlerin sırlarını, nesilden nesile aktarılan olta hikâyelerini ve denize dair efsaneleri dinlemek, Symi’nin ruhunu yakalamanın en güzel yollarından biri.
Bazen sabahın çok erken bir saatinde, hâlâ kimseler ortalıkta yokken, Panormitis Manastırı’na giden yolda küçük bir koyda durup bir süre sadece etrafı dinlediğim anlar oluyor. Ege’nin hafif esintisiyle gökyüzüyle deniz birleşmiş gibi, adanın her köşesinde bir başka huzur var.
Geçen yaz, Panormitis Manastırı’ndan dönerken, yol kenarındaki ufak bir balıkçı barınağına rastladım. Kıyıda yaşlı bir adam, oltasını suya bırakmış; hiç konuşmadan bana sadece gözleriyle “hadi, yanımda otur” der gibi bir bakış attı. O sabah, ikimiz de fazla konuşmadık. Sadece oltamızda sallanan yemi, suyun yüzeyinde oynayan balıkların izini ve adanın o derin sessizliğini paylaştık.
İşte Symi’de balık tutmak tam olarak böyle bir şey: Bir yanın manastırın çanlarıyla, diğer yanın sonsuz maviyle dolu… Burada zaman yavaşlıyor, insan denizin ve hayatın küçük mucizelerini çok daha kolay fark ediyor.
“Yunanistan’da bazen oltadan balık çekmek değil, o sabahın huzurunu, manastırın gölgesini ve denizle dostluğu yakalamak en büyük ödül oluyor.”
Fransa’da İçimden “Burada Yaşlanabilirim” Dediğim Balıkçı Kasabaları
Bir sabah, Provence’ın o meşhur tuzlu rüzgârı yüzümü okşarken, insan ister istemez “Acaba hayatımın geri kalanını burada, bir balıkçı teknesinin burnunda, Akdeniz’in koynunda mı geçirsem?” diye hayallere dalıyor. Fransa’nın o dillere destan kartpostal güzelliğiyle gerçek, katıksız yaşam arasındaki o incecik, büyülü çizgiye en çok Cassis ve Collioure’de şahit oldum. Şimdi sana, ruhumda derin izler bırakan o iki kasabayı anlatacağım; ama kuru isimler, listeler ve detaylarla değil, iliklerinize kadar hissedeceğiniz, yaşanmış duygularla…
7. Cassis, Provence: Calanques'ın Beyazıyla Yoğrulmuş Bir Sabah

Cassis, Provence
Cassis’te o meşhur patikalardan birinde sabah yürüyüşüne çıktığınızda, heybetli Calanques’ın bembeyaz kayalıkları önce gözlerinizi kamaştırır, sonra da tüm benliğinizi ele geçirir. Bir kere limana inip, o sevimli, geleneksel “pointu” teknelerinin arasında usulca süzülmek var ya… Bazen hiçbir şey yapmadan sadece oturup limanın o binbir sesini dinlerim; yanımda fırından yeni çıkmış taptaze bir kruvasan, fonda ise uzaklardan gelen, denizin ritmine karışmış bir balıkçı şarkısı…
- Yerel balıkçılarla ahbaplık kurup, gün daha yeni ağarırken sığ sularda, dalyanlarda deniz börülcesi toplamak: İşte size gerçek Provence ruhu bu dedirtecek bir deneyim! Elinizi o serin sulara hafifçe daldırdığınızda, Akdeniz’in tuzu ve bereketli toprağının kokusu parmak uçlarınızdan tüm ruhunuza işler.
- Bir sabah, ağzı sıkı yaşlı bir balıkçıdan o meşhur “bouillabaisse” çorbasının tarifindeki o gizli püf noktasını kapabilmek için neredeyse koca bir sabahımı feda etmiştim. “Balıkçılıkta da, hayatta da aceleye yer yoktur evlat,” demişti o bilge adam, gözlerindeki Akdeniz pırıltısıyla. Ne kadar da haklıydı: Cassis’te yemek de, yaşamın kendisi de sindire sindire, tadını çıkara çıkara ağırdan alınmalı.
- Eğer içinizde biraz macera tutkusu varsa, görkemli Cap Canaille falezlerinde kayalık balıkçılığına bir şans verin. Rüzgâr saçlarınızı savurur, tuzlu su damlaları teninizi yakarken, karşınızda uzanan o sonsuzluk duygusu… O an kendinizi bir balıkçıdan ziyade, denizin ta kendisinin bir parçası gibi hissedersiniz.
8. Collioure, Occitanie: Matisse'in Renkleriyle Dans Eden Liman
Collioure öyle büyülü bir yer ki, sanki büyük usta Matisse'in fırçasından değil de, bizzat güneşin altın ışıklarıyla, Akdeniz’in en canlı renkleriyle boyanmış gibi. Limanın o cıvıl cıvıl renklerine baktığınızda insanın içi ferahlıyor; ama asıl sihir, sabahın erken saatlerinde, balıkçı tekneleri bir gecelik avdan bereketle döndüğünde başlıyor.
- Hamsi avı burada adeta bir gelenek, bir ritüel. Bir sabah erkenden, limanda bir grup güler yüzlü balıkçıyla yere çöküp, akşam yapılacak o nefis “anchoïade” için kasa kasa hamsi ayıkladığımı dün gibi hatırlarım. Ellerimiz buram buram balık kokuyordu belki ama, kahkahalarımız tüm limanı çınlatıyordu.
- Yaz aylarındaki “Sardinade” (sardalya şenliği) zamanı ise kasabanın bambaşka, capcanlı bir yüzüyle tanışırsınız. Herkes bir festival coşkusu içinde; köşe başında kurulan derme çatma bir masada, köz ateşinde çıtır çıtır pişen sardalyaların o dayanılmaz kokusu… Tarihi Kraliyet Şatosu’nun (Château Royal) heybetli gölgesinde, yerel balıkçılarla karşılıklı birer kadeh tokuşturup onların deniz maceralarını dinlemek, işte Collioure’nin sunduğu en has lezzetlerden biri bence.
- Bazen o klasik turist kalabalığından sıyrılmak için, kasabanın o daracık, renkli arka sokaklarına dalarım; belki eski bir balıkçının kapısını çalar, onunla iki lafın belini kırar, kim bilir belki de çocukluğundan kalma, denize adanmış bir hikâyesine ortak olurum. Ve işte tam o anda, Collioure sıradan bir sahil kasabası olmaktan çıkar, belleğinize altın harflerle kazınan, unutulmaz bir anıya dönüşür.
“Fransa’da balıkçılığın en güzel şiiri, gösterişli limanlarda ya da lüks restoranlarda değil; sabahın o ilk sessizliğinde, elinizde belki de sadece tuzlu bir ekmek parçasıyla gözlerinizi umutla ufka diktiğiniz o anlarda yazılır.”
İşte gezgin ruhlu birinin penceresinden, Fransa'nın Akdeniz kıyılarındaki iki eşsiz balıkçı kasabası böyle yaşanır, böyle hissedilir! Bir sabah kendinizi Cassis’in dinginliğinde, bir başka akşam Collioure’nin renk cümbüşünde bulabilirsiniz. Ama unutmayın: Bazen en kıymetli av, oltanıza takılan balık değil; sadece o anı, o eşsiz kokuyu, o tarifsiz sesi ruhunuzun en derininde saklamaktır.
Hırvatistan’da “Denizin Gerçek Ruhu”nu Hissedeceğin Kasaba
9. Komiža, Vis Adası

Komiža, Vis Adası
Komiža’yı zihnimde canlandırırken hep aynı his beliriyor: Eğer denizin gerçekten bir hafızası varsa, o hafızanın en kıymetli, en dokunulmamış köşelerinden biri kesinlikle bu Adriyatik incisinde saklı. Burası, Hırvatistan’ın Vis Adası’nın batı ucunda, gözlerden uzak kalmayı başarmış bir liman kasabası. Sabahın ilk ışıklarıyla limanına ayak bastığınızda, sanki bir zaman tünelinden geçip geçmiş yüzyılların o saf ve bozulmamış atmosferine adım atmış gibi oluyorsunuz.
Bir sabah, daha gün bile tam olarak yüzünü göstermeden, limanda tesadüfen tanıştığım, yüzü deniz çizgileriyle dolu yaşlı bir balıkçının o meşhur falkuša teknesine konuk olma şansını yakaladım. Ne büyük bir lütuf! Tekne Adriyatik’in lacivert sularına doğru süzülürken aramızda pek bir kelam geçmedi; o sabah Komiža’nın denizi adeta bir çarşaf gibiydi, hava ise insanın içine işleyen o tatlı, serin Ege esintisini taşıyordu.
Ağları denize bırakırken, o tecrübeli balıkçı bana eski, belki de yüzlerce yıllık bir Vis geleneğini gösterdi: Ağın en ucuna, umutla birlikte küçücük bir ekmek parçası bağladı. “Eğer balık bu kıyılarda ekmeği geri çevirirse,” dedi bilgece bir gülümsemeyle, “o gün denizle inatlaşılmaz, onunla kavga edilmez.” İşte o an, zihnimde daha önce duyduğum, turist rehberlerinde okuduğum tüm o süslü püslü, romantik Akdeniz balıkçılığı hikâyeleri bir anda anlamını yitirdi. Çünkü bazen, Akdeniz’in derinliklerinde balıkçılık gerçekten de sadece ve sadece ‘kısmet’ işiymiş; ne eksik ne fazla. Ve evet, o sabah ağımız denizden bomboş çıktı. Ama o an balıkçının yüzündeki ifade görülmeye değerdi; hayal kırıklığından eser yoktu, aksine içten bir kahkahayla, “İşte evlat,” dedi, “gerçek balıkçılık budur! Her zaman kazanmak diye bir şey yoktur; mühim olan denizle barışık olmak, onun verdiğine de vermediğine de gülümseyebilmektir.”
O an şunu çok daha derinden kavradım: Komiža’da balık tutmak, sadece bir avcılık, bir geçim kapısı değil; çok daha ötesinde, sabrın, geleneğe saygının ve bazen de denizin o anlaşılamaz inadına karşı içten bir tebessümle karşılık verebilme sanatının ta kendisi.
- Komiža denince akla ilk gelenlerden biri, şüphesiz 16. yüzyıldan günümüze miras kalan o eşsiz falkuša tekneleri… Ve inanın bana, o tarihi tekneler, Adriyatik’in tuzlu sularıyla buluşmaya hâlâ devam ediyor! Eğer gerçekten şanslıysanız ve yerel bir balıkçı kooperatifine denk gelirseniz, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte o emektar teknelerden biriyle denize açılan balıkçılara eşlik etmek, ruhunuzda unutulmaz izler bırakacak bir deneyim.
- Dünyaca ünlü Mavi Mağara’ya (Modra špilja) yakın noktalarda yapılan açık deniz balıkçılığı ise macera ve adrenalin arayanlar için adeta biçilmiş kaftan. Bir sabah, teknemiz dalgaların üzerinde dans ederken, yüzüme vuran serin rüzgârla birlikte ciğerlerime dolan o keskin iyot kokusunu içime çekerken, “Burası kesinlikle bambaşka bir dünya,” diye fısıldadığımı hatırlıyorum.
- Eğer konaklama için özel bir deneyim arıyorsanız, “ribarske kuće” adı verilen o geleneksel, taştan yapılmış eski balıkçı kulübelerinden birinde kalıp, akşamları limanda batan güneşin o muhteşem kızıllığına karşı bir kadeh yerel şarapla günü uğurlamak… Sabahın ilk ışıklarıyla ise belki de ton (tuna) ya da orfoz (grouper) avına çıkan balıkçılarla kısa bir seyre çıkmak… Bu, adeta geçmişten bugüne uzanan canlı bir tarih sayfasını aralamak gibi.
- Komiža’da zaman, sanki Akdeniz’in o meşhur meltemi gibi yavaş ve keyiflice akar. Burada “balık tutmak” çoğu zaman sadece bir bahanedir; asıl mesele, adanın binlerce yıllık geçmişini solumak, sıcacık insanlarıyla sohbet etmek ve o sade, gösterişsiz ama bir o kadar da dolu dolu yaşanan hayatı derinlemesine hissetmektir.
Türkiye'de Ruhumu Okşayan Balıkçı Limanları
Türkiye’den, biri Ege’nin incisi diğeri Akdeniz’in mavisi iki özel rota seçtim. Her ikisinde de, o bildik turistik yüzlerinin ardında, emektar balıkçıların ruhunu ve denizin kadim öykülerini taşıyan anılar biriktirdim. Şimdi sana, Kaş ve Alaçatı’dan, belki de klasik rehberlerde kolay kolay rastlayamayacağın, kalbimde yer etmiş birkaç samimi ayrıntıyı fısıldayacağım.
10. Kaş, Antalya: Likya Güneşinde Balıkçı Muhabbetleri
Kaş’ın artık popüler bir turizm merkezi olduğunu sıkça duyarız, doğru. Ama o kalabalığın arasından sıyrılıp sabahın ilk ışıklarıyla limana indiğinizde, denizden dönen teknelerin motor sesleriyle güne başlayan, yüzleri güneş yanığı emektar balıkçılara rastladığınızda anlarsınız ki, Kaş’ın ruhu hâlâ o eski günlerdeki gibi derin ve mavi. İşte o anlarda, Kaş size asıl hikâyesini, denizin dilinden fısıldar.
Bir sabah, limanda ağlarını onaran yaşlı bir balıkçı amcayla laflamaya başladık. Elindeki yılların yorgunluğunu taşıyan eski bir olta takımına gözü takıldı, sonra Akdeniz’in o sonsuz maviliğine doğru bakıp, bilgece gülümsedi: “Bak evlat,” dedi, “bu denizin cilvesi başkadır. En kıymetli balık ya tan yeri ağarırken ya da güneş denize usulca kavuşurken oltana vurur. Lüfer dediğin sabırsız olanı sevmez, yanından süzülür gider; palamut ise senin sabrını, direncini ölçer…” Bu sözleri duyduğumda, limandaki motor gürültüsü bir anda hafifledi, içimi tatlı bir heyecan kapladı. O gün, bir guletle Kekova’nın büyülü sularına açıldık. Bir yanda tarihin fısıltılarını taşıyan antik batık şehir, diğer yanda elimde umutla salladığım oltam… Balık yakaladım mı? Eh, balık bu; bazen lütfeder yüzünü gösterir, bazen de nazlanır, denizin derinliklerine döner. Ama önemli olan o değildi. Limana döndüğümüzde, akşam o şirin sahil meyhanelerinden birinde, masamızı donatan taptaze mezeler eşliğinde o günün tatlı yorgunluğunu ve denizin bize anlattıklarını paylaştık. İşte Kaş’ta balık tutmak tam da böyle bir şey: Balık belki bahanedir, ama deniz, insanlar ve o eşsiz sohbetler her zaman şahanedir.
- Turkuaz suları, gizemli Likya kalıntıları ve sabah limanını şenlendiren balıkçı motorlarının o tanıdık sesi... Kaş budur.
- Kekova açıklarında, batık şehrin mistik manzarasına karşı balık avlamak, hafızalardan silinmeyecek bir deneyim.
- Lüfer ve palamut avı için en bereketli zamanlar genellikle sonbahar aylarıdır. Amatör balıkçılık için gerekli izin ve kuralları önceden öğrenmekte her zaman fayda var.
- Akşamları limanda, taptaze deniz mahsulleri ve yanında iki kadeh buz gibi rakıyla günü noktalamak, Kaş’ta geçirilen bir günün en güzel özetidir.
11. Alaçatı, İzmir: Rüzgarın ve Taşın Şarkısındaki Balıkçı Nefesi
Alaçatı adını duyduğumuzda, zihnimizde ilk canlanan kareler genellikle o Arnavut kaldırımlı şirin sokaklar, begonvillerle sarmaş dolaş taş evler ve rüzgârla dans eden sörf yelkenleri olur. Ama bu popülerliğin hemen ardında, Alaçatı’nın eski bir Rum balıkçı köyü olduğu gerçeği ve o naif ruh, dikkatli gözlerden kaçmaz. Burada balık tutmak, adeta Alaçatı’nın o meşhur rüzgârıyla tatlı bir mücadeleye girmek gibidir. Sabahın alacakaranlığında limana inerseniz, “alamana” tipi geleneksel tekneleriyle denize açılmaya hazırlanan birkaç meraklıya veya emektar balıkçıya mutlaka rastlarsınız. Bir keresinde, böyle bir tekneyle Alaçatı’nın o meşhur turkuaz koylarından birine doğru yol almıştık. Sabahın o berrak serinliğinde, yanımda Ege’nin sıcakkanlılığını taşıyan, sohbeti bol bir balıkçı, elimde ise umuttan başka bir sermayesi olmayan oltam… O gün deniz bize cömert davranmadı belki, ama kasabaya döndüğümüzde, balıkçıların kendi aralarında takıldığı o salaş ama bir o kadar da samimi küçük bir restoranda, taptaze balığı, yanında mis gibi bir “çoban salata” ve bol limon eşliğinde yemenin verdiği keyfi hiçbir lüks sofraya değişmem.
- Alaçatı’nın dillere destan rüzgârı ve o kartpostal güzelliğindeki taş evleri kadar, limanındaki balıkçıları ve onların hikâyeleri de kasabaya renk katar.
- Geleneksel alamana tipi teknelerle yapılan balık ve özellikle kalamar avı, bölgede hâlâ yaşatılan önemli bir gelenektir.
- Kakava veya Hıdrellez gibi yerel şenlik ve festivallerde, eski balıkçıların ağzından dökülen, denizle yoğrulmuş anıları ve efsaneleri dinlemek paha biçilmezdir.
- Son yıllarda, Alaçatı’nın bereketli topraklarından toplanan yerel otlarla hazırlanan eşsiz mezeler ve taptaze deniz mahsulleriyle gerçekleştirilen yemek pişirme atölyeleri de oldukça revaçta.
- Tabii ki, Alaçatı’ya gelmişken o meşhur rüzgârında sörf yapmadan ya da sabahın erken saatlerinde o şirin sahil şeridinde huzurlu bir yürüyüşe çıkmadan dönmek olmaz.
“Türkiye kıyılarında oltanın ucundaki bekleyiş, aslında biraz şans, biraz da sabırla demlenmiş bir umuttur… Ama bana sorarsanız en büyük hazine, bazen oltanız boş dönse bile, günün sonunda limanda, sıcacık bir bardak çay eşliğinde paylaşılan eski bir balıkçı hikâyesinin o eşsiz tadıdır.”
Portekiz’de “Gerçekten Balıkçı Gibi” Hissettiğim Kasaba
12. Fuzeta, Doğu Algarve
Doğu Algarve’nin kalbinde, sabahın erken saatlerinde Ria Formosa lagününün kıyısına vardığınızda, sizi ilk karşılayan şey derin, neredeyse elle tutulur bir sessizlik olur. Sonra, ufukta ağır ağır süzülen o geleneksel küçük tekneler belirir… Balıkçılar, yeni bir güne denizle, okyanusla aralarındaki o kadim bir selamlaşmayla başlar burada.
- Sabahın ilk saatlerinde limanda, balıkçıların o hızlı ama bir o kadar da telaşsız, ritmik hareketlerini izlemek başlı başına bir keyif. Bazen onları seyrederken, “Acaba Fuzeta’da gün balıkla mı, yoksa bir fincan sıcak kahveyle mi başlar?” diye kendi kendime sorduğum çok olmuştur.
- Fuzeta’da “saveiro” adı verilen o geleneksel teknelerden birine atlayıp, lagünün bereketli sularında istiridye ya da midye toplamaya çıktığınızda, denizin üzerinde adeta bir tüy gibi süzülen o hafifliği, o eşsiz huzuru hissedersiniz. O an, bir anlığına da olsa, kendinizi Portekiz’in bambaşka bir yüzyılında, zamanın durduğu bir noktada bulursunuz.
- Geçtiğimiz yıl Fuzeta’dayken, yüzü okyanus rüzgârlarıyla şekillenmiş yaşlı bir balıkçı, bana o meşhur cataplana (Portekiz usulü deniz mahsullü güveç) tarifinin sırlarını fısıldarken, her bir malzemenin başında durup, gözlerimin içine bakarak, “Bunu dalından taptaze bulursan koy evlat, ama eğer bulamazsan, tazesi yoksa hiç koyma daha iyi,” demişti. Kısacası, Fuzeta’da yemek de, balıkçılık da her şeyden önce doğallık, tazelik ve denize saygı üzerine kurulu.
- Limanda, okyanus kokusuna karışan balıkçı sohbetlerine kulak misafiri olmak ya da en doğru, en kestirme bilgiyi almak için doğrudan marinadaki küçük ofise veya yerel balıkçılar birliğine uğramak bence olmazsa olmazlardan. Çünkü burada bazı özel turlar, o en otantik deneyimler internette bir tıkla bulunmuyor; işler hâlâ eski usul, samimi bir sözle, bir tanışıklıkla yürüyor.
“Fuzeta’da, sabahın o berrak serinliğinde, avuçlarınıza yeni yakalanmış bir midyeyi alıp, okyanusun ve lagünün tuzlu, yosunlu kokusunu ciğerlerinize çektiğiniz an var ya… İşte gerçek Portekiz, o an usulca ruhunuza dokunmaya başlar!”
Fuzeta’da oltanızla bir şeyler yakalayamasanız bile, limanda bir bankta oturup yaşlı bir balıkçının ikram ettiği bir bardak çayı paylaşmak, onun denizle yoğrulmuş hikayelerini dinlemek bile bambaşka bir keyiftir. Bana göre Portekiz’in en sahici, en az gösterişli, en az makyajlı ve tam da bu yüzden insana en çok dokunan, ruhunu en çok besleyen balıkçı kasabası burası. Eğer bir sabah Fuzeta’da gözlerinizi açarsanız, sadece oltanıza takılacak bir balığı değil; belki de okyanusun kalbinde atan Portekiz’in o gerçek, katıksız yüzünü de yakalayacaksınız.
Pratik Bilgiler & Profesyonel İpuçları
En İyi Ziyaret Zamanı
- İlkbahar (Nisan-Haziran): Hava serin, deniz balıkçılığa uygun, kalabalık az.
- Sonbahar (Eylül-Ekim): Deniz hâlâ sıcak, fiyatlar düşer, balık çeşitliliği artar.
- Festival zamanlarına denk gelmek için yerel takvimi mutlaka kontrol et.
Rezervasyon ve Katılım İpuçları
- Balıkçı turları küçük gruplarla (2-6 kişi) çalışıyor, yazın önceden rezervasyon şart.
- Gerçek balıkçı deneyimi için turizm ofislerinden veya kooperatiflerden bilgi al, sosyal medyadaki turistik “balıkçı turu” ilanlarına çok güvenme.
- Çoğu balıkçı nakit ödeme kabul ediyor, yanına nakit al.
Yanına Alman Gerekenler
- Su geçirmez kıyafet, güneş kremi, hareketli çekim için kamera/kılıf.
- Deniz tutmasına karşı ilaç, suya dayanıklı ayakkabı.
- Açık fikirli ve meraklı bir ruh!
Yerel Görgü Kuralları
- Balıkçıların bilgisine ve deneyimine saygı göster.
- Her yakaladığın balığı paylaşmak zorunda değilsin, mütevazı ol ve yerel kurallara uy.
- Fotoğraf için her zaman izin iste.
- Balık türü ve av miktarı konusunda yerel regülasyonlara dikkat et.
Balıkçı Kasabalarında Hayat, Denizin Dilinden
Onlarca ülke, yüzlerce kasaba ve sayısız liman ziyareti… Ama bazı sabahlar vardır ki, adı belki de haritalarda bile zar zor bulunan küçücük bir balıkçı barınağında, elinizde dumanı tüten bir bardak çay ya da denizden yeni çıkmış o mis kokulu, tuzlu bir balıkla başlar. O an, dünyanın tüm telaşından uzaklaşırsınız.
Her kasabada denizin rengi başka, rüzgârın şarkısı farklıdır; balıkçılar hayatı, denizi ve umutlarını bambaşka kelimelerle, bambaşka bir içtenlikle anlatır. Kimi dudaklarında bilge bir tebessümle “Balık dediğin nasip işidir,” deyip ağını engin sulara bırakır; kimi de sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yeni, taptaze bir umut eker denize. Ama hepsinin kalbinde, ruhunda ortak bir melodi çalar: O mütevazı, emektar kayıkların arasında, nasırlı ama bir o kadar da mahir ellerin dokunuşunda ve liman kahvelerinden yükselen o içten kahkahaların sıcaklığında, insan kendini ait olduğu yere, evine dönmüş gibi hisseder.
Belki bazen oltanız saatlerce boş kalır, bazen ansızın patlayan bir dalga tüm planlarınızı altüst eder, bazen de balıktan çok, o tatlı sohbet uzar gider… Ama işte Akdeniz’in ve okyanusların bize sunduğu asıl lezzet de tam olarak burada gizlidir: Balıkçılığın belki de sadece bir bahane olduğu, asıl meselenin denizle, doğayla ve insanla kurulan o paha biçilmez dostluk olduğu gerçeği!
Eğer sen de hazırsan, güneş daha yeni gözlerini açarken, bir sonraki maceraya doğru birlikte yola çıkıyoruz. Sabahın o berrak serinliğinde, teknelerin o tanıdık motor sesi ve içimizde filizlenen taptaze bir umutla… Kim bilir, bir dahaki kasaba, bir dahaki liman, belki de hayatının en unutulmaz, en sahici sabahına ev sahipliği yapacak.
Ve olur da yollarımız bir yerlerde kesişirse – bir liman kahvesinde demli bir çay eşliğinde, bir teknenin güvertesinde belki de o günün bereketini paylaşırken, ya da sadece iki lafın belini kırmak, bir selam vermek için – bil ki seni her zaman yanıma beklerim.
Denizle, güneşle, rüzgârla ve balıkçılığın o eşsiz ruhuyla dolu nice güzel sabahlarda buluşmak, o anları birlikte yaşamak ve paylaşmak dileğiyle!
Henüz yorum yapılmamış.